Öğrenmenin Bir Modele İhtiyacı Vardır

yazan ESDD

Erziehungskunst (Eğitim Sanatı) dergisinin ve yazar Dr. Karl-Reinhard Kummer’ın izniyle Gamze Coate tarafından çevrilmiştir. Doçentimiz Erika Henning’e de desteği için teşekkür ederiz.

 

Öğrenmek isteyenin karşısında bir örneğe ihtiyacı vardır.

Taklitle doğru şekilde nasıl başa çıkılır?

Karl-Reinhard Kummer, Ekim 2014

 

Bir Waldorf çocuk yuvasında şu sahneyi gözünüzün önüne getirin: Dışarıda kum havuzunda oynadıktan sonra, yuva eğitmeni üç yaşındaki çocuklardan birinin elinden tutar ve şarkı söylemeye başlar: ‘’Haydi gelin, hep beraber’’. Başka bir çocuk bu çocuğun elinden tutar ve bu şekilde diğer tüm çocuklar da elele tutuşarak öğretmeni içeriye doğru takip ederler.

Bir başka örnek: O zamanlar iki yaşında olan kızımız, aniden yüzünde çok önemli ve anlamlı bir ifadeyle, ellerini arkasında kavuşturmuş, büyük bir gayretle bir bacaktan diğerine geçerek ciddiyetle yürümeye başladı. O sıralar müzeleri ve sanat galerilerini gezmiştik ve oradaki görevliler de, kendilerine emanet edilen tabloların önünde böyle büyük bir ciddiyetle ve sorumluluk bilinci içinde bu şekilde dolaşıp duruyorlardı. Bu örnekler, anne-babaların küçük çocuklarla yaşadığı diğer birçok deneyime örnek gösterilebilir.

Çocuklar anne-babalarında ve öğretmenlerinde gördükleri tipik davranışları üstlenirler

 Çocuklar etraflarında olup bitenlerden, yetişkinlerin tahmin ettiğinden çok daha fazla etkilenirler. Deneyimledikleri her şeyi olduğu gibi baştan sona içlerine alırlar. Bu nedenle Rudolf Steiner ‘Eğitim Sanatı’nda küçük çocuğu, dünyanın deneyimlerine maruz kalan ve her şeyi içine alan bir duyu organına benzetmiştir.

Yetişkinler bu içsel aktiviteyi, çocukla göz teması sağladıklarında daha etkili bir şekilde hissedebilirler: Çocuğun gözleri tamamen açıktır, sonsuzluğa bakıyormuş gibi bakışlarında derin bir uzaklık vardır. Çocuk uzaklaşmış görünür ama aynı zamanda sevgi dolu, hazır ve dikkati açık bir şekilde tamamiyle oradadır. Daha sonra aynı açıklıkla anne-babalarının tipik hareketlerini, jestlerini, nefes alıp verme şekillerini ve hatta kaba bir şekilde yürüme gibi tüm hareket şablonlarını algılayacaklardır. Buna ayrıca anne babanın masayı hazırlarken sahip olduğu özen ve dikkat de dâhildir. Küçük çocuklar sadece ‘Ne’yi değil, aynı zamanda ‘Nasıl’ı da taklit etmek isterler. İki yaşına geldiklerinde, ‘Yani’ ve ‘Tüh’ gibi ifadeleri ve iç çekişleri taklit etmeye bayılırlar. Renk, güzellik ve ahenk kavramları içselleşerek “yerleşir’’. Fakat çocuğun gerçekten neyi üstlenip neyi üstlenmeyeceği, onun bir sırrı olarak kalır. Bu nedenledir ki, kardeşler çoğu zaman bütünüyle farklı davranışlar sergiler.

Çocuklar her şeyden önce içsel nitelikler edinirler

Taklidin karakteristik özelliklerinden biri de çocuğun, çevresindeki insanların sadece davranışlarını değil, aynı zamanda onların iç dünyalarını ve içsel niteliklerini de benimsiyor olmalarıdır. Planlı veya plansız davranışlar, iyi ya da kötü alışkanlıklar onların bir parçası haline gelir. İyi bir müzisyende olduğu gibi, nasıl tek tek notalar yerine sadece müziği duyuyorsak, taklit edilen şeyler de, çocuğun bireysel hareket ve davranış şablonları, kendi gündelik ve yaşam ritmi, kendi varoluşu haline gelir.

Öte yandan yetişkinlerin ahlaki özellikleri, temel dini tutumları, dünyaya olan güvenleri ve onunla uyumları da çocuğa aktarılır. Son olarak ise dürüstlük, açık sözlülük, yardımseverlik ve empati ile acıma gibi sosyal karakter özellikleri de taklit edilen davranışlardır.

Çocuk tüm bu içsel nitelikleri sezgileriyle elde eder. Rudolf Steiner’a göre, bunlar bedene ve ruha biçimlendirici etkileri olan yüce tinsel varlıkların katkılarından kaynaklanır.

Taklit en yoğun şekilde meme emme döneminden okul çağına kadar etkin olur. Bağımsız düşünme uyandığında, zaten küçük bir duraksama olacaktır. Okul öncesi dönemde ise rol oyunları sırasında önemli olan, rol modellerinin içlerinden geldiği gibi ruhsal olarak canlandırılmasıdır: Kral gibi, prenses ya da Aziz Nikolas gibi olmaktır. Okul çağına gelindiğinde ise genel rol modelleri yerine, sınıfın önünde duran öğretmendir taklit edilen.

Çocuk kendi kişiliğini geliştirdikçe, taklitten de o ölçüde bağımsızlaşarak uzaklaşır. Bir sonraki duraksama ise dokuz yaşında, çocuğun kendine güvenli bir şekilde öğretmenle karşı karşıya gelmeye başlayabildiği Rubikon adı verilen dönemde yaşanır. Çocuk artık kendisine yeni bir yön verir: Bilinçsizce taklit etmek yerine, yetişkini gözlemleyerek, öğretmenden ya da ailesinden ne öğrenmek istediğini kendisi seçer. Ergenlikle birlikte asıl taklit dönemi sona erer. Ancak taklit uzun bir süre daha farkında olmadan etkisini sürdürür. Bir konserde biri öksürdüğünde, pek çok insan bir anda öksürme isteği duyar. Konuşmacının sesi kısıldığında, dinleyenler de boğazlarında bir rahatsızlık hissederler.

Diğer insanlar olmadan öğrenme olmaz

Öğrenme, çocuğun karşısında bir başka insanın olmasıyla çok yakından bağlantılıdır. Sadece bir başka insan ve onun iç dünyası yoluyla öğrenebilir. Ortaçağda İmparator II. Friedrich’in döneminden itibaren yapılan yoksunluk deneyleri ve çocuk ihmali gözlemleri sonucu elde edilmiş tüm bulgular, bunu doğrulamaktadır.  En kötü durumda, eğer çevresinde başka insanlar yoksa, çocuk ölür ya da ağır hasar görür. Kişiliğin yanı sıra, yürüme, konuşma ve düşünme gibi insan becerileri de geliştirilemez. Öte yandan, çocuklar video kayıtlarından da modelleri taklit edebilirler, ancak gelişim psikolojisinin de onayladığı gibi öğretmen olmadan öğrenme etkisi çok azdır. Fiziksel olarak var olan rol model, başarılı öğrenmenin anahtarıdır.

İkinci bir koşul, yoğunlaşma ve odaklanmayla ilgilidir: Bir çocuk ancak dikkatini tek bir olaya yönlendirdiği takdirde iyi bir şekilde taklit edebilir. Müzik ve televizyon gibi arka fon gürültüleri, erken deneyimin bu biçimine engel olur. Önemli üçüncü koşul ise taklidin ortamıyla ilgilidir: Taklit edebilmek için çocuğun kendi çevresine karşı açık olması gerekir. Bunun için de huzurlu ve rahat, sıcaklık ve sevgi, saygı ve ilgi dolu bir ortam şarttır.

Taklit vücutta kendini gösterir. Beyin araştırmalarıyla ilgili çalışmalar, alışkanlıkların insanların işleyiş ve yapısına nasıl kazındığını kanıtlamaktadır. Taklit, çocukların hemen her şeyi kopyalaması anlamına gelmez. Bazı seçimler yaparlar: Bazılarını benimser, bir kısmını da benimsemezler. Taklitle ilgili Rudolf Steiner, manzara resmi yapan bir ressam örneğini kullanır. Resim manzaraya benzerdir ama ondan bağımsız bir şeyi temsil eder. Bu da bir süre çocuğun daha çok babasını, sonra annesini ve sonra da büyük annesini taklit etmeyi tercih etmesini açıklar. Epigenetik araştırmalar da, önemli olanın sadece bir organizmanın kalıtımsal malzemesi olmadığını, gözler önüne sermiştir. Asıl önemli olan, bireyin belirli genleri nasıl açığa çıkardığı veya kullanıma sokmadığı ile ilgilidir.

Taklidin öneminin altını çizen en son araştırma sonuçları da, konuşma algısıyla ilgili çalışmalar içermektedir. Buna göre, yetişkin biri de karşısındaki kişinin konuşmasını, ancak onu dinlerken kendisi de içsel olarak birlikte hareket ederse anlayabilir. Ayna nöronları adı verilen nöronlar, işte bu taklit süreçlerine katkıda bulunurlar.

Taklit birebir kopya etmek değildir

Birçok çocuk algılarında o kadar uyanık görünüyor ki, taklidin o yumuşak içsel süreçlerini fark etmiyoruz bile. Yine de taklit, çocuğun düşünme ve sonrasında okulda öğrenme becerisini kazanması için şart olan bir unsurdur. Düşünmeyi sadece bir başkasının düşünmesinden, tam olarak taklit yoluyla öğrenebiliriz. Anlamlı davranışlar ve rol modeller görebilmek, bizim kendi düşünmemiz için ön koşuldur. Bu açıdan da, çocuğun gündelik akışı daimi bir itilim gücüdür.

Bu türde bilinçsiz bir taklit, bilinçli olarak yapılan birebir kopya etmekten ayırt edilmelidir. Bu, yaşamın ilk yılları kadar erken bir dönemde başlar ve yaklaşık iki yaşından itibaren de artarak önem kazanır. Çocuklar belini doğrultup dik bir şekilde oturabildiğinde, yatağın ya da mobilyaların kollarına tutunarak kalkarlar, düşerler ve tekrar kalkarlar. İki yaşındaki çocuk hiç durmadan konuşur, üç yaşındaki ise heyecanlı bir şekilde ilk bağımsız düşüncesini tekrar edip durur.

Kendi düşünmemize giden yolda başka önemli bir adım daha vardır: Oyun. Oyun dolu anlar, sekiz haftalık bir bebeğin ilk gülümsemesinde bile vardır. Çocuklar oyunda yaratıcı hale gelirler: Bazı şeyleri uykudaymış gibi taklit ederek benimserler, bazılarını oyun yoluyla denerler, sonra tarafsız, gülümseyen bir yüzle bırakırlar. İki ve üç yaşlarında çocuklar her şeyi tam olarak anne-babalarının ya da bakıcılarının yaptıkları gibi yapabilmeyi isterler. Bu dönemde, masayı hazırlama, etrafı toparlama ya da resim yapmak için bir parça kâğıt getirme gibi süreçleri öğrenirler. Fakat bu şekilde davranışları birebir kopya etme güdüsü, yine taklitle aynı içsel ihtiyaçtan kaynaklanır: Çocuk sadece yetişkinle aynı şeyi yapmak istemez, aynı zamanda tıpkı yetişkin gibi olmak ister. Bunu beceremezse, çocuk ümitsizliğe kapılabilir. Bu nedenle taklitten, bilinçli bir şekilde yapılıp oyunla birleştirilen birebir kopyalama eylemine giden aşama, tam olarak tanımlanıp sınırlanamaz.

Daha sonra, üç yaşında bağımsız düşünme güçlü bir şekilde konuşmada ortaya çıkar, ancak uzun bir zaman boyunca gelişmiştir. Örneğin, annenin bebeğini emzirirken aktardığı sevgi, ilgi ve özende etkilenir. Taklidin azaldığı ölçüde bilinçli alıştırmalar okul çağına doğru artar. Uygulama ve deneme yapmayı isteme okula hazır olmanın kesin bir işaretidir. Okul çağındaki çocuklar artık bilinçsiz bir şekilde yetişkin gibi olmak istemeyip, kendi kalite ölçütlerine sahip olmak isterler. Engelli çocuklar için bu durum farklı olabilir: İçsel taklit olarak birçok şeyi alsalar da, birebir kopyalayamadıkları pek çok eylem de vardır.

Çocuğun taklidi yetişkinden ne bekler?

Her çocuğun rol modellere ihtiyacı vardır, ama yetişkin nasıl davranmalıdır? Cevap basit olduğu kadar zordur da: Sadece kendi olabilmek, özgün olabilmek. Sorumluluklarımızın ne olduğunu bilmemiz gerekir- ancak o zaman daha yüksek bir farkındalıkla daha fazla şeyler yapabiliriz. Ressamın kendine özgü yeni bir şey yaratırken motive olmak için bir modele ya da bir manzaraya ihtiyacı olduğu gibi, çocuklar da yetişkinden gelen sağlıklı bir sevgi ortamına ve sağlıklı bir rol modele ihtiyaç duyarlar. Bunlarla ne yapacakları ise onların kişilik ve özgürlüklerine kalmış bir durumdur.

 

Yazar hakkında: Dr Karl-Reinhard Kummer bir çocuk doktoru ve okul doktorudur. Berlin, Almanya’da yaşamaktadır.

 

Bunlara da göz atın